Category: Sağlık Haberleri

Türk romatologlar Danimarkalı hekimlere Türkiye’de sık görülen inflamatuar hastalıkları anlattı

İnflamatuar Hastalıklar Eğitim Toplantısı, Türk romatologlarının eriştiği seviyenin uluslararası düzeyde tanınmışlığına işaret etmesi ve romatologlarımızın Avrupa’daki meslektaşlarıyla ortak projeler üretmesine zemin olması açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Program kapsamında gerçekleştirilen basın toplantısına konuşmacı olarak Türkiye Romatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nurullah Akkoç, Vendsyssel Hastanesi/Aalborg Üniversitesi’nden Doç. Dr. Claus Rasmussen ve DANBIO GÜNLÜK Lideri Dr. Dorthe Vendelboe Jensen katıldı.

Türkiye’deki romatoloji uzmanı sayısı çok az: Danimarka’da 5.5 milyonluk nüfusa 160 romatolog düşerken Türkiye’de bu sayı sadece 200. Prof. Dr. Nurullah Akkoç bilimsel açıdan oldukça tatmin edici bir organizasyon gerçekleştirdik. Yurtdışından 16 bilim insanı konuğumuz oldu. Toplantımızda memnuniyet verici başka bir nokta da, konuklarımızın organizasyondan ve bilimsel içeriklerden oldukça memnun kaldıklarını ifade etmeleri oldu. Bu program adeta Türkiye’nin romatoloji alanında bilimsel seviyesinin yüksekliğini, ülkemizin romatoloji camiasının yüksek niteliğinin kanıtı oldu. Ancak Türkiye’deki romatoloji uzmanı sayısı çok az. Şu an için ülkemizde yaklaşık 200 civarında romatoloji uzmanı var” diyerek romatologlar açısından bu oranın Avrupa’ya göre oldukça düşük olduğunu ifade etti. Hastaların mümkün olan en kısa zamanda doğru teşhis ve tedaviyi uygulayabilecek hekime ulaşarak fonksiyonel durumlarının ve yaşam kalitelerinin iyileştirilebilmesi için farkındalıklarının artırılması gerektiğini vurguladı. “Ülkemizde yaklaşık 150.000 romatoid artritli, 200.000 kadar Ankilozan Spondilitli hasta vardır. Türkiye Romatoloji Derneği romatizmal hastalıkların toplumun geniş kesimlerince tanınması ve romatizmalı hastalara destek sağlamak yönünde çalışmalar yapmaktadır. Ancak hastalığın ilk evrelerinde teşhis konulması sayesinde eklemler ve diğer organlar üzerindeki hasar önlenebilmektedir. Son yıllarda bu hastalıkların altında yatan immünolojik mekanizmaların anlaşılmasında büyük aşamalar kaydedilmiştir ve bu sayede daha önceki klasik tedavilere yanıt vermeyen hastalar için yeni biyolojik ilaçlar geliştirilmiştir. Yeni immünolojik ve biyokimyasal belirteçlerin bulunması, görüntüleme yöntemlerinde gerçekleşen gelişmeler sayesinde romatizmal hastalıkların teşhisinde de önemli aşamalar kaydedilmiştir. Tüm bu gelişmeler sayesinde romatoloji hemen tüm Avrupa ülkelerinde bir yan dal olmaktan çıkmış ve anadal olmuştur. Ülkemizde de romatolojinin anadal olmasının tartışılmasının vakti gelmiştir” dedi.

Ayrıca tedavi alan romatizmalı hastaların kaydedildiği Danimarka’daki DANBIO (Biyolojik İlaçlar Veritabanı) ile 2011 yılında yapılan anlaşmayla ülkemizde kurulan TURKBIO (Biyolojik İlaçlar Veritabanı) ilişkisi, bu tip veritabanlarının ilgili taraflara sağlayabileceği yararlar konuşuldu. Toplantıda eğitim programı için ülkemize gelen Danimarkalı doktorlar da Türkiye’ye gelme nedenlerini katılımcılarla paylaştı. Program sonucunda Danimarkalı hekimlerin Danimarka’da yaşayan Türk kökenli hastalara daha iyi sağlık hizmeti sunması hedefleniyor.

Romatoid artrit (RA) ve ankilozan spondilit (AS), görüldüğü kişilerde yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen romatizmal hastalıklardır. Eklem deformasyonlarına yol açarak hastaların hareket kabiliyetlerini kaybetmelerine sebep olurlar. Bu durum, hastalarla birlikte hasta yakınlarının da yaşa kalitelerinin azalmasına neden olur.

Romatoid Artrit nedir? Romatizmal hastalıklar, 7’den 70’e her yaştan insanın hayatında görülebilen ve sebep olduğu belirtiler (ağrı, şişlik, vs) nedeniyle hastaların sağlıklarını olduğu kadar sosyal hayatlarını önemli ölçüde etkileyen ve hatta yaşam sürelerini kısaltabilen hastalıklar. Bu grup içinde en sık rastlanan hastalıklardan biri de, bağışıklık sisteminin başta eklemler olmak üzere vücuttaki dokularda hasara neden olması sonucu ortaya çıkan ve kalıcı sakatlık/kısıtlılığa sebep olabilen kronik bir hastalık olan Romatoid Artrit (RA). 1,2,3

Vücuttaki tüm doku ve organları tutabilen RA, eklemlerden ise tipik olarak elleri, el bileklerini, ayak bileklerini etkiliyor. 1 RA kontrol altına alınmazsa hastaların önemli bir kısmında geri döndürülemez eklem hasarına yol açabiliyor. 1,3 Eklem hasarının şiddetine bağlı olarak yemek pişirmek, temizlik yapmak, kişisel bakım gibi günlük işleri yapabilme becerisini olumsuz etkileyebilen hastalığın ileri evrelerinde ağır sakatlık ve hareket yetisinin kaybı söz konusu olabiliyor.

Romatoid artritin sıklığı, genel olarak %0,5-1 olarak bildirilmekte, bu da, ülkemizde 350 ila 700 bin kişinin bu hastalıktan etkileniyor olabileceğini gösteriyor. 1,3

Ankilozan spondilit nedir? Ankilozan spondilit (AS) ise, spondiloartritler adı verilen bir hastalık grubu içinde yer alan, yaklaşık olarak her 200 erişkin bireyden birinde görülen kronik romatizmal bir hastalık. En önemli belirtisi bel/sırt ağrısı olmakla birlikte, çevresel eklem (örn: kalça) ve diğer organların (gözde üveit, inflamatuar barsak hastalığı) tutulumu da gözlenebilmekte. AS hastaları için geçerli olan en önemli risklerden biri, hastalığın seyri sırasında omurgada hareket kısıtlılığı ve şekil bozukluğu (örn: kamburluk) gelişmesi. 4,5 AS hastalığı, en üretken çağ olan çalışma çağındaki erkekleri daha sık olarak etkiliyor. 6

Kaynaklar

1.

Lee DM, Weinblatt ME. Rheumatoid arthritis. Lancet 2001; 358: 903-911.

2. Dhillon S et al. Etanercept; a review of its use in the management of rheumatoid arthritis. Drugs 2007; 67(8): 1211-1241

3. Caporali R et al. Treatment of rheumatoid arthritis with anti-TNF-alpha agents: A reappraisal. Autoimmunity Reviews 2009; 8: 274-280

4. Atagündüz P et al. Determinants of early radiographic progression in ankylosing spondylitis. J Rheumatol 2010; 37: 2356-2361

5. Haibel H, Sieper J. Use of methotrexate in patients with ankylosing spondylitis. Clin Exp Rheumatol 2010; 28 (Suppl 61): S128-S131

6. http://emedicine.medscape.com/article/332945-overview#a0199

.

https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/google_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/facebook_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/twitter_48.png

Hayvanlar Psikolojik Kazanım Sağlıyor

4 Eylül günü dünyada “Hayvan Hakları Günü” olarak kutlanıyor. Hayvan severler bugünde bir kez daha istismara, eziyete, işkenceye uğrayan hayvanlar için birçok etkinlik düzenleyip yaşanan sorunlara bir şekilde dikkat çekme gayreti veriyor. “Sevmeyebilirsiniz belki ama haklarına saygı duymak zorundasınız ” ı her defasında haykırıyor.

Zaman zaman dışladığımız, haklarına saygı duymadığımız hayvanların insan psikolojisine iyi geldiğini biliyor muydunuz? Hayatının bir bölümünde hayvana yer veren kişilerin, psikolojik birtakım kazanımları elde edebileceğini hiç düşündünüz mü?

Uzman Psikolog Yıldız Burkovik, hayvanların kişilere huzur verdiğini vurguluyor. Hayvanlarla birlikte kişilerin kendine bakmayı öğrendiğini, huzur, sevgi ve anlayış kazandığını, terapi özelliğiyle rahatladığını ifade ediyor.

Burkovik hayvanların insana kazanımlarını şu şekilde sıralıyor:

“Hayvana bakan kendine bakmayı da öğreniyor

Evde hayvan beslemek eğer ki şahıs titiz bir insan değilse huzuru getirir. Huzuru yakalamış olan insan sağlığı dolayısıyla mutluluğu da yakalar. Bir hayvana bakıyor olmak karşılıklı duygusal bir bağı sürdürebilmek insanı yeniler bir durumdur. Hatta evde bir canlı olması insanı kendine bakmaya yönlendirir. Çünkü insan kendisine bakmıyor. Kendini umursamıyor. Evinde hayvanınla ilgileniyorsun. O daha önemli bir “kişilik” halini almaya başlıyor. Bir seyahate gittiğinizde, yurt dışına çıktığınızda evdekilerden çok evdeki evcil hayvanınızı özlüyorsunuz. Bunu birlikte yaşadığınız insanlara söylediğinizde “Nasıl beni ekarte edersin? Nasıl böyle düşünürsün?” deniyor.

Hayvan besleyen sevgi dolu anlayışlı oluyor

Karşılıksız bir sevgi olduğu için farklı bir durum. Sizden bir şey istemiyor, hayatınıza kastedecek, alışkanlıklarınızı temelinden sarsacak bir şey istemiyor. Emre amade gibiler. Dolayısıyla güven ve sıcaklığı getiriyor eve. Evde sıkıntı duyulan bir durum olduğunda sakinleştirici bir etkisi oluyor. Evin bir ferdi gibi oluyorlar. Ama bunu hayvan beslemeyen insana anlatamıyorsunuz. Bazı yönlerden bu duyguyu almadıkları için çok da güçlü olamadıklarını düşünüyorum hayata karşı. Çünkü hayvan besleyen insan daha sevgi dolu, anlayışlı ve duygusal olur. Hayvan besleyip de saldırgan olan bir insanla karşılaşmadım henüz.

Tek dostum hayvanlar demek yanlış!

İnsanlardan soyutlanıyorsa, “İnsandan dostum olmaz benim, tek dostum hayvanlardır” diyorsa o kişide psikolojik problemler var demektir bu. Ya çok fazla hayal kırıklığı yaşanmıştır ya da çok zarara uğramıştır. Birkaç kişiden duyulan zarardan dolayı “Bütün insanlar kötüdür” diyerek bir genelleme içine düşüyorlar. Ve sonrasında çoğalmaya başlıyor hayvanlar. Bir tane aldınız mı dayanamıyorsunuz bir ikincisi geliyor. Sokakta görüyorsunuz ayağı sakat, gözleri görmüyor dayanamıyor alıyorsunuz. Bir anda bazen de durdurulamayan bir hal alıyor hayvan sevgisi. Alkol almak, yemek yemek gibi bir alışkanlık. Sosyal yaşantısını etkiler bir hal almışsa bu çok sağlıklı bir durum kesinlikle değildir.

Egosu yüksek kişiler hayvan besleyebilirler mi?

Kendi egosunu düşünen insanlar çok fazla hayvan besleyemez. Ancak şöyle olabilir; kişi benim hayvanım, benim kadar güzel, benim kadar değerli, benim kadar özel niteliğini taşıyan bir hayvanı bulursa olur. Çok alışılmadık olmalıdır beslenecek hayvan. Ancak o tarz yakalandığında hayvanın kendisini yansıttığını düşünür. Gazetelerde, dergilerde görürsünüz hayvanları sahiplerine benzer. Tabi bu bir genellemeye sebep olamaz. Bu niyetle var olan bir süreçtir.

Hayvanla terapi

Genelde otistiklerde ya da düşük zekâlılarda kullanılabiliyor. Kişinin evinde Alzheimer olmadan önce de kedisi ya da köpeği varsa hastalandıktan sonra onun varlığını yadsımıyor. Çünkü alışkın olduğu bir şey dolanıyor ortalarda. İleri derecede olduğu zaman Alzheimer hastası zaten kimseyi tanıyamıyor. Ve her şeyden huzursuz oluyor.

Ama bütün rahatsızlıklar için hayvan beslemek yararlı bir durum. Ne olursa olsun hayvan size pozitif bir duygu veriyor. İster balık olsun ister papağan olsun. Burada da en önemli şey alerjik bir etkisinin olmaması. Her şey iyiye giderken alerjinin verdiği rahatsızlık kötüye gidişe neden olmamalı.

Aldığınız hayvanı sokağa atmadan önce iyice düşünün!

Çocuklara da hayvan beslemenin güzelliğini anlatmak lazım. Heyecanla eve bir hayvan alınıyor. Aslında bir hayvan eve girdiği zaman artık hayvan olma özelliğini kaybediyor ve aileden biri oluyor. Hayvan size alışıyor. Besleyemediklerinden veya ilgilenemediklerinden dolayı fikirleri değişiyor ve onu sokağa terk ediyorlar. Peki sonra ne oluyor? Eğer çocuk böyle bir davranışla karşılaşıyor ve kendini o hayvanla özdeşleştiriyorsa neden benim sevdiğim bir şey atılıyor, demek ki hayvanlar atılabiliyor diye düşünüyor. Ve bu durumun bir gün kendi başına gelebileceği düşüncesine varıyor, annem ve babam beni de

sokağa atarsa diye belli yaş dönemindeki çocuklarda korku oluşuyor. Bu sebeple çocuklu ailelerde kararlar alınırken en başta doğru düşünülmesi gerekiyor.

Hayvanlar sahiplerinin psikolojisine bürünüyor

Elbette, zaman içerisinde siz ona, o da size benziyor. Bu birbirinizi tanımakla oluşan bir süreç. Giderek birbirinizin psikolojisini algılamaya başlıyorsunuz. Örneğin, kedim ağladığım zamanlarda gelir elleriyle yüzümü okşar, mırıl mırıl sesler çıkararak bendeki hüznü farkettiğini hissettirir. Keyifli anlarımda da hemen bu olumlu elektriği algılayıp daha neşeli bir hale geliyor. Müzik zevkleriniz bile zamanla özdeşleşiyor. O an evde ilahi tarzı bir müzik çalıyorsa sizinle birlikte aynı hissiyatla değişik sesler çıkararak müziğe eşlik ediyor.”

https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/google_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/facebook_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/twitter_48.png

Sarı Nokta Dünyada Önemli Bir Kesimi Etkiliyor

65 yaş üstü popülasyonun yaklaşık %10’unu etkileyen hastalık; televizyon seyretmek, araba kullanmak, okumak ve yazmak, bilgisayar ve telefon kullanmak ya da alışveriş yapmak gibi günlük aktiviteleri olumsuz etkilediğinden yaşam kalitesini büyük ölçüde etkiliyor. Sarı nokta hastalığı havuzuna her sene yaklaşık 300.000 yeni birey katılıyor ve bunların %10’luk bir kısmı ciddi ve hızlı görme kaybına maruz kalıyor.

Son yıllarda görülme sıklığında belirgin bir artış olan “Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu” halk arasındaki adıyla “Sarı Nokta Hastalığı” ile ilgili farkındalık yaratmak ve toplumu hastalık konusunda bilinçlendirmek adına çalışmalar yürüten Türk Oftalmoloji Derneği (TOD) yeni bir projeye imza attı.

TOD, hastalığın tanıtılması, hastalık ve tedavisiyle ilgili güncel bilgilerin aktarılması amacıyla bu yıl ilk kez bir bilinçlendirme kampanyası düzenledi. Dernek ve Novartis’in işbirliği ile düzenlenen Sarı Nokta Hastalığı Kısa Film Yarışması’nın da tanıtıldığı basın toplantısında hastalıkla ilgili güncel bilgiler paylaşıldı.

Toplantı, Türk Oftalmoloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak, Türk Oftalmoloji Derneği Tıbbi Retina Birim Başkanı Doç. Dr. Serra Arf, kısa film yarışması jüri üyeleri Çağlar Gözüaçık ve yönetmen Nisan Akman’ın katılımıyla gerçekleşti.

Kampanyayla ilgili görüşlerini bildiren TOD Genel Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak; “Halk arasında sarı nokta hastalığı olarak bilinen Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu’nun dünyada ve Türkiye’de her geçen gün görülme sıklığı artıyor” dedi. Hastalığın 50 yaş üstü kişilerde ciddi görme keskinliği kaybının başlıca nedeni olduğunu belirten Prof. Dr. Kaynak, “Hastalığın dünyada 30 milyon kişiyi etkilediği tahmin ediliyor. Ancak bu konuda yeterli bir bilinç oluşmuş değil. Zira ülkemizde, giderek artan yaşlı nüfusta, sarı nokta hastalığı havuzuna her sene yaklaşık 300.000 yeni birey katılmakta ve bunların %10’luk bir kısmı ciddi ve hızlı görme kaybına maruz kalmaktadır. 65 yaş üstü popülasyonun yaklaşık %10’unu etkileyen hastalık; televizyon seyretmek, araba kullanmak, okumak ve yazmak, bilgisayar ve telefon kullanmak ya da alışveriş yapmak gibi günlük aktiviteleri olumsuz etkilediğinden yaşam kalitesini oldukça aşağıya çekmektedir. Yaşam kalitesi azaldıkça, görsel yetersizlik nedeni ile ikincil hastalık sıklığında artış ve başkasına bağımlılık, bu hastalığın toplumsal maliyetinin zannedildiğinden çok daha yüksek olduğunu göstermektedir” dedi.

TOD Tıbbi Retina Birim Başkanı Doç. Dr. Serra Arf; “Hastalığın belirtileri arasında çarpık görme, merkezde siyah nokta görme, kontrast duyarlılığının azalması ve görmede bulanıklık yer almaktadır. Hastalar görme kaybını yaşlılığın doğal bir süreci olarak algılamaktadırlar” dedi. Doç. Dr. Serra Arf, sarı nokta hastalığında tanı ile tedavi arasındaki süre uzadıkça hastanın görme kaybının da hızla artmakta olduğunu dile getirirken, erken teşhis için 50 yaşın üzerindeki kişilerde göz dibi muayenesinin önemli olduğunu vurguladı. Doç. Dr. Serra Arf; “Bu alanda yeni geliştirilen tedavilerle birlikte hastaların yaşam kalitesinde anlamlı iyileşmeler sağlanabilmektedir” dedi.

Hastalıkla ilgili bilgi açığını gidermek için çeşitli faaliyetler düzenlediklerini belirten Prof. Dr. Süleyman Kaynak, “Kısa film yarışması projemiz hastalığın geniş kitleler tarafından duyulmasını sağlayacağı gibi büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bir kitle ile tanışmamıza da yol açacak. Sarı nokta hastalığı konusunda kamuoyunu bilinçlendirmeyi amaçlayan bu değerli projeye koşulsuz destek sağlayan Novartis’e bu vesile ile teşekkürlerimizi iletiyoruz” dedi.

Sarı Nokta Hastalığı Kısa Film Yarışması jüri üyesi Taze Fikir Ajans Başkanı Çağlar Gözüaçık ise “Bildiğiniz gibi paylaşıma açık olan kitle iletişim araçları içerisinde film; en yaygın olan, kolay anlaşılabilen, özellikle toplum bilinci ve eğitimi açısından genel kültürü artırıcı bir araç. Bugün, sosyal medya ve dijital platformların da hayatımızdaki rollerinin artması ile birlikte video, film, kısa film gibi içerikler her gün milyonlarca kitleye ulaşmaya, istenilen mesajın karşı tarafa kolayca aktarılmasına olanak sağladı. Bu doğrultuda toplumda sarı nokta hastalığı ile ilgili bilinç uyandırmak, hem de tanı almış hasta ve yakınlarını bilgilendirmek adına kısa film yarışması yapılmasına karar verildi. Hayata geçirilen bu proje ile görmenin ve görme kaybının en iyi şekilde anlatılacağına inanılıyor, katılımcıların ve izleyicilerin de hastalarla empati kurarak sarı nokta hastalığı hakkında daha fazla kişiyi bilinçlendirmeleri hedefleniyor” şeklinde konuştu.

Ekim ayı itibariyle bir yıl boyunca sürecek kısa film yarışmasına, katılımcılar www.sarinokta.org/kisafilmyarismasi adresinden 12 Eylül 2014 tarihine kadar başvuruda bulunabilecek. İletişim ve güzel sanatlar fakültesi öğrencileri ve genel katılım olmak üzere 2 kategori bulunan yarışmanın birincileri, 2014 yılında düzenlenecek bir törenle duyurularak ödüllerine kavuşacaklar.

https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/google_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/facebook_48.png https://norobilim.com/wp-content/plugins/sociofluid/images/twitter_48.png
 

Please log in to vote

You need to log in to vote. If you already had an account, you may log in here

Alternatively, if you do not have an account yet you can create one here.