Korkunun türler arasında paylaşılan baskın bir duygu olduğunu biliyoruz. Bu duygu çoğu zaman hayatta kalmayı sağlayan anahtarlardan biri. Tehlikeden sakınmanın ön şartı, ona karşı korku geliştirmemiz. Korku ve kaygı duyguları normal sınırlar içinde bir gereklilikken onların hayatımızı esir alması ne yazık ki çok seyrek görülen bir durum değil. Prof. Dr. Özcan Köknel, yeni kitabında bizleri korkunun kaynağıyla tanıştırıyor.
Hiçliğe duyulan korku, kültürün, sanatın ve inançların şekillenmesinde büyük rol oynuyor. Hiçlik, bilinmezlik ve ölüm kavramlarının korkuların temelindeki yerine değinen yazar, insanın ölüm kavramıyla ilk karşılaşmasını ve bu kavramın çocuk zihninde şekillenmesini ayrı bir başlık altında ele alıyor. Çocukta korku ve kaygıların gelişmesinde gerek ailenin, gerekse toplumun önemli etkileri bulunuyor. Küçük yaşta korkunun filizlenmesi ve ardından bunun kemikleşerek yetişkinliğe taşınmasında ebeveynlerin rolüne değinen yazar, anne, baba ve çevrenin aktardığı ortak toplumsal kültürün kimi öğelerinin çocukta kaygı bozukluklarına yatkınlık yaratacağını belirtiyor. Bu öğelerin başında çocuğun hareket ve konuşmasının engellenmesi geliyor. Duyguların ve zihinsel gelişmenin bağımlı varoluştan, özerk varoluşa geçişini sağlayacak uygun ortamın yaratılmaması, çocuğa ilkel davranış ve tutumları içeren ortak bilinçaltı öğelerinin aktarılması, çocuğun eğitimi ile anne babanın eğitim biçimi arasında birbirine karşıt dürtülerin yoğunluk kazanması yine çocukta kaygı bozukluklarının oluşmasında etken olarak karşımıza çıkıyor.
Tehditler karşısında yöneldiğimiz eylemler bir yanda boyun eğmekten öte yanda kaygı yaratan durumların bilinç dışına itilmesine ve iç çatışmalardan kurtulmak için bir nesneden, kişiden ya da durumdan bambaşka bir odağa kaymaya kadar uzanıyor. Örneklerle irdelenen tüm bu savunma düzeneklerini daha önce defalarca kullandığımızı görünce aslında bugüne kadar ne çok kez ve ne denli farklı şeylerden korkmuş olduğumuzu fark ediyoruz.
Yakın geçmişle bile kıyasladığımızda, korkmamız gereken şeylerin sayısının her gün biraz daha azaldığını söylememiz mümkün. Geçmişte büyük korkularımızın merkezine yerleşmiş olan birçok hastalık, doğa olaylarının engellenemez yıkımı ve sonsuz bilinmezlik her geçen gün biraz daha ortadan kalkıyor. Çevreyi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirmeyi oldukça iyi başaran insan, kendisini tehdit eden birçok şeyden kaçınmanın akılcı yollarını çoktan buldu bile. Her an bir miktar daha artan evrensel bilgi yığını, bilinmezliğin yarattığı korkunun üzerini bir parça daha örtüyor.
Buna karşın, içinde bulunduğumuz yüzyıllar, kaygının hayatımızı bir bakıma ele geçirdiği önemli bir dönemi temsil ediyor. 20. ve 21. yüzyılların “Kaygı Çağı” olarak adlandırıldığını hatırlatan Köknel, kaygıların en çok konuşulduğu ve cevap bulduğu bu çağı bilim, sanat, felsefe ve politika gibi birçok alanda kaygının sahnelerde göründüğü dönem olarak tarif ediyor. Farklı felsefeler çevresinde bir araya gelen gençlik gruplarının da bu Kaygı Çağı’ndan kaçışın toplumsal görüntüsü olduğunu söylüyor.
Korkunun kültürel ve kimi zaman ticari öğelerle desteklenmesi, bir endüstri tarafından beslenmesi ve kendi kahramanlarını yaratması, onun yaşamın her anına sızmasına önayak oluyor. İnsanı dört koldan çevreleyen korku sarmalı bireyin kimi zaman gerçekten uzak bir korku âlemine sürüklenmesine yol açıyor.
Korku ve kaygı denildiğinde popüler psikiyatri yayınlarını takip eden herkesin aklına ilk gelen panik bozukluk olacaktır. Köknel, kitabında panik atağının ortaya çıkış biçimleri ve bu problemin bireyin hayatındaki etkilerine ayrıntılarıyla yer veriyor. Panik bozukluğu gösteren hasta öyküleri üzerinden durumun daha anlaşılır kılınmasını sağlıyor. Yine bu hastalığın kökeninde yatabilecek diğer problemleri sıralarken, panik bozuklukla beraber ya da ondan bağımsız olarak görülebilecek fobiler, obsesyonlar ve stres bozukluklarını okura aktarıyor. Kaygının biyolojik mekanizmasını irdelerken kalıtımın bireyin kaygı düzeyi üzerindeki rolünü ve fiziksel problemlerin kaygının ortaya çıkışıyla ilişkisini sorguluyor.
Geniş anlamda ruhsal tedavi, insanın ruhsal yapısını anlamak, çözümlemek, desteklemek, geliştirmek, olgunlaştırmak ve iyileştirmek anlamına geliyor. Başka bir deyişle, ruhsal tedavi, insanın kendisiyle, başkalarıyla barış içinde olması, denge ve düzenini sürdürmesi, çevreye uyum sağlaması amacına yönelik ruhsal yollar ve yöntemlerin tümünü kapsıyor. Özcan Köknel bireyde sekteye uğrayan ya da tümüyle bozulan uyumun tekrar kazandırılması için geliştirilmiş tedavi yöntemlerine değinirken, kaygının hedefindeki kişinin bu olumsuz duygu durumundan sıyrılmak için ne gibi yolları takip edebileceğini anlatıyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel hepimizin hayatında farklı ölçülerde de olsa mutlaka bulunan, bazen unutulup giden, bazense günlük pratikleri yaşanmaz kılan kaygıları kökenlerinden algılanış biçimlerine, davranışlarımıza etkisinden toplumsal kodlardaki yerlerine kadar birçok farklı noktadan irdeliyor. Tıp bilgisi ve yıllar içinde edindiği deneyimlerin de katkısıyla, tanımlamalarında, öykülerinde ve benzetmelerinde bizi esir alan ya da sadece bir kez deneyimleyip unuttuğumuz korkuların hayatımızdaki yerini daha iyi kavrıyor, onlarla yüzleşirken sanki yıllardır gördüğümüz ancak adını bilmediğimiz birine ismiyle hitap etmeye başlıyoruz.
Yazar, kaygı ve korkuların mutluluğumuzun önüne geçmesini önlemenin yollarını gösteriyor. Kolay anlaşılır dili ve çarpıcı örnekleriyle bizi korkularımızı tekrar keşfetmeye davet eden Köknel, onları denetimimiz altına almanın formüllerini paylaşıyor. Kitabı okurken yanınızdan not defteriniz ve kaleminizi ayırmamanızı tavsiye ediyorum. Zira “Kaygıdan Korkuya” her satırında sizi kendinizi keşfetmeye biraz daha yakınlaştıracak.
“Kaygıdan Korkuya”, Prof. Dr. Özcan Köknel, 360 s., Remzi Kitabevi, 2013
Not: Bu yazı Remzi Kitap Gazetesi’nin Aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.